Thursday, April 1, 2010

"Baktığımız Zaman" Mert Çetin'in Dediklerini Kim Çevirecek?


Galatasaray sezon başında bir Avrupa Kupası maçı için deplasmana gidecekti. Yolculuk öncesi Rijkaard basın toplantısı yaptı. Burada takımının son durumundan ve rakip takımdan bahsetti. Sözleri bittiğinde, her basın toplantısında olduğu gibi medya mensuplarından sorular alınmaya başlandı. Bir soru -yanlış hatırlamıyorsam- "Filanca ülke yolculuğu..." diye başlamıştı. Rijkaard'ın tercümanı olan Mert Çetin bu cümleyi İngilizce'ye çevirirken yolculuk kelimesi (journey) yerine, tatil kelimesini (vacation) tercih etti. O an Rijkaard'ın şaşkınlığını görmeliydiniz. "Hayırdır ya, tatile mi çıkıyoruz? Ben maça gidiyoruz sandıydım", der gibi bakmıştı. O gün Mert Çetin'in İngilizce tercüme yapamayacağını ve bu konuda ısrarlı olunursa ortaya çok komik şeyler çıkacağını düşünmüştüm. Hatta bunu pek çok ortamda da dile getirmişliğim vardır. Lakin nedense, hep bu eleştirim yanlış anlaşıldı. Bugün aşağı yukarı herkesin Mert Çetin'in çeviri performansını eleştirdiğini görünce bu duruma sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim.

Biri konuşurken onun dediklerini başka bir dile çevirmek ya da sorulan soruyu çevirmek kolay işler değil elbette. Lisans eğitimimi İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine aldım. İngiliz dili okuyanın mükemmel tercümanlık yapabileceği düşünülür genelde ama bu iş öyle kolay değildir. En azından üniversitelerde Mütercim-Tercümanlık bölümünde okuyanlara ayıp etmiş oluruz. Nihayetinde onların uzmanlık alanıdır, benim gibilerin fazla coşmaması lazımdır. Okuduğu bölümün üzerine ekstra bir şeyler katarak kendini tercümede geliştirenlere bir lafım yok elbette. Neyse, fazla dolandırmayalım cümleleri. Özetle; Mert Çetin'in yapmaya çalıştığı şey kolay bir iş değil. Çok hakim olmadığı bir lisanda ve aynı zamanda sözlerini çevirdiği kişinin de ana dili olmayan bir lisanda çeviri yapmaya çalışıyor. Buna ek olarak, futbolla ilgili terimlere de ekstradan hakim olması lazım. Bütün bunları göz önüne alarak tekrar tekrar eleştirimde fazla sert olmamaya çalışıyorum. Lakin insan bir yandan da dayanmıyor. Mert Çetin iyi bir insan olabilir. Peki bu özelliği İngilizce'den iyi çeviri yapamadığı gerçeğini değiştirir mi? Hayır. Öyleyse neden bu ülkede Mert Çetin'in çevirisini eleştirdiğim ilk günden beri, "ama iyi bir insan, ama iyi bir Galatasaraylı" gibi savunmalarla karşılaşıyorum? Bir işi layıkıyla yapmak için iyi bir insan olmak yeterli midir? Yoksa aynı zamanda o işte iyi olmak ve iyi bir profesyonel de olmak gerekir mi? Bu soruyu futbol kamuoyunun sürekli tartıştığı herkes için sorabiliriz aslında.

Böyle yazı içerisinde sürekli "ben dili" kullanmayı çok sevmesem de bu yazı için destur aldım. Yazmaya devam ediyorum. Yukarıda zikrettiğim "yolculuk-tatil" meselesini gördüğüm günden beri Mert Çetin'i dikkatle takip ediyorum. Mümkün mertebe yaptığı hataları ve bazen kendini kaptırarak alakasız yorumlarla Rijkaard'ın cümlelerini ne kadar ilginç noktalara taşıdığına defalarca kez şahit oldum. Eminim şu an bu yazıyı okuyan ve İngilizcesi ortalamanın üstünde olan birçok kişi de aynı şeylere şahit olmuştur. Mert Çetin'in hatalarını elimden geldiğince bir kenara not etmiştim. Geçen gün bir arkadaşım bana, Ekşi Sözlük'teki "Mert Çetin" başlığında da bu çevirmen arkadaşın hatalarının paylaşıldığını, tartışıldığını söyledi. Orada yazılanlarla da karşılaştırdım notlarımı, çoğunu doğru hatırlıyormuşum. Sadece bir tanesini Ekşi Sözlük'teki şekliyle alarak aşağıya yazacağım birazdan. Onu yapmadan önce de, yine Mert Çetin'le ilgili duyduğum ilginç bir hadiseyi anlatayım. Galatasaray antremanını takip eden bir spor yazarından dinledim bu olayı. Bir antreman esnasında Rijkaard oyuncularını birbirlerine daha yakın oynamaları konusunda uyarıyormuş. Ve sırayla pek çok oyuncunun ismini antremanda söylerek "closer,come closer" diye onları uyarıyormuş. Tercümanı olan Mert Çetin'in ise bu uyarıyı şöyle çevirmiş, "kapanın". Tabii takımda İngilizce'yi iyi bilen futbolcu hiç yok mu diye merak ettim bunu ilk duyduğumda. Tercüman arkadaşa, "Hacı sen ne diyorsun ya? Ne kapanması?"diyenin çıkmaması da garip aslında.

Şimdi aslında sadece yazdığım bu son örnek bile bu sene Frank Rijkaard ve Galatasaray'ın İngilizce bilmeyen ya da İngilizcesi iyi olmayan yerli futbolcuları arasında ne denli bir iletişim sorunu olduğunun göstergesidir. Geçtiğimiz hafta kaybettikleri derbi sonrası bazı Galatasaraylı oyuncuların Rijkaard'ın oyun taktiğini anlamadıklarını itiraf ettiklerine dair haberleri okumuştum. Maç öncesi tahtaya yazılan taktiği anlamayan oyuncuların, Mert Çetin'in tercümelerini anlamaları ise ne kadar zor olur, varın orasını siz düşünün. Hani biraz abartı bir yorum gibi gelecek size belki ama sanırım Galatasaray'ın Mert Çetin için de bir tercümana ihtiyacı var. Yoksa bu iletişimsizlik başlarına daha çok iş açar. Esasında en mantıklısı Rijkaard'ı yormadan, kendi dilinde konuşmasına imkan sağlamak olmalı. Hollandalı'nın ana dilini iyi bilen bir Türk bulmak zor olmasa gerek. Hiç kimseyi bulamazsanız, Fırat Topal var. Ona gidin. Haksız mıyım?

Tekrar dönelim Mert Çetin'in yaptığı ve benim not aldığım bazı garip çevirilerine. Hafızamın ve (bir tanesi için) Ekşi Sözlük'ün desteğiyle yazıyorum bunları. Tekrar belirteyim.

* Frank Rijkaard bir keresinde transferlerle ilgili konuşurken, "İlgilenirsek, transferi yaparız" (If we're interested...) tarzı konuşmuştu. Mert Çetin ise bunu "Futbolcu ilginçse transferi yaparız" diye çevirdi.

* Bir maçın ardından yine basın toplantısında "keep possession" cümlesini "pozisyonları tutmak" diye çevirmişti. Halbuki burada bahsedilen şey, "topla oynama, topa sahip olma" anlamında.

* Rijkaard bir keresinde Lincoln'le ilgili bir soruya, "geçen seneki maçlarını izledim, burada olmaması üzüntü verici" demişti. Mert Çetin ise bu cümleyi "Lincoln'ün kampa gelmemesi utanç verici" diye yorumladı. Zaten bu arkadaşımızın en büyük sorunu çeviride esnek olmak ile her şeyi kafasına göre yorumlamayı karıştırması.

* Kaybedilen bir maç sonrası Rijkaard, "kazanırken birlikte kazandık, bugün kaybederken de birlikte kaybettik" demişti. Tercümanı ise mağlubiyeti "bireysel hatalara" bağladı. Ne alaka?

* Hakemin ilk yarıyı erken bitirdiğini ve bunun da Galatasaray'ın rakibinin işine yarayıp yaramadığının sorgulandığı bir soruyu, Mert Çetin kardeşimiz "hakem oyunu çok durdurdu, bu rakibin işine yaradı mı?" diye çevirmişti.

* Emin olmadığım, sözlükten kontrol ettim diye belirttiğim olaya gelince. Lucas Neill'ın imza töreninde o vakitler Galatasaray'da kalıp kalmayacağı muallakta olan Kewell'ın durumu da gündemdeydi. Kewell'ın vatandaşını bulmuşken, medya hemen bazı soruları patlattı. O sorulardan biri de Kewell'ın sezon sonu bitecek sözleşmesi ve Neill'ın bunun yenilenmesi konusunda çaba sarf edip etmeyeceğiyle ilgiliydi. Tercüman arkadaşımız bu cümleyi sorarken, "Kewell'ın sözleşmesi sezon sonunda fesh edilecek" diye çevirdi. Kullandığı kelime "terminated".
Evet, aynen. "İ-na-na-mı-yo-rum Haşmet!".

* Bir de ısrarla tarzanca çeviri yapma hastalığı da cabası. Yorum yapmak şeklinde uydurduğu "make comment" olayı var. Cümlesi ise fiks, "Can you make some comments?".

* Rijkaard'ın fedakarlık yapmalıyız cümlesini (sacrifice), ne alakaysa "acı çekmek" diye çevirmişti. Acı çekmek özgürlükse, özgürüz hepimiz...



Bu liste daha böyle uzar gider. Aslında bu yazıyı sezon sonunda yazmak istiyordum ama derbi sonrası yaşanan çeviri problemiyle iyice ayyuka çıkan bu durum (bkz.Servet'in sözleri ve Rijkaard'ın bunun üzerine yorumları) için kayıtsız kalmak zordu. Şimdi, bu tercümanı savunanlar diyor ki, bu arkadaşın uzmanlığı İngilizce değilmiş. E, nedir yani bu? Bahane midir? Koskoca Galatasaray'ın Rijkaard'ın derdini tam anlamıyla aktarabileceği bir adamı hala bulamamış olması komedi değil midir? Yani bu iş şuna benziyor. Dandik Almanca bilgimle Daum'un tercümanı olduğumu ve yukarıdaki hatalarıma rağmen Fenerbahçe'de hala korunup kollandığımı düşünün. Sebep? Esas uzmanlığım İngilizce ve tabii ben iyi bir insanım. Ne güzel İstanbul ya! Bu işlerin bu kadar kolay olduğunu bilsem, zamanında kulisimi, yatırımımı ona göre yapardım.

Şimdi yine Süper Lig'deki takımlarda çalışan ama İngilizce dışındaki dillerde çeviren yapan tercümanlar arasında da komik çeviriler yapanlar vardır belki ama onları anlamıyorum ki. Bana bazen neden Fenerbahçe'deki Brezilyalıların tercümanı Samet'ten bahsetmiyorsun, diye soruyorlar. Neyinden bahsedebilirim ki? Hiçbir şey anlamıyorum. Lakin Rijkaard ve Mert Çetin arasındaki mevzu için üç beş kelam etmek hakkımdır herhalde. Onu da yazı boyunca yaptık zaten.

Tüm bunların yanında, Rijkaard'ın Mert Çetin için, "O, benim sadece tercümanım değil, aynı zamanda dostum" demiş olması da ayrı bir mesele tabii ki. Mevzu sadece yönetimle de alakalı değil gibi.

Bir de Mert Çetin'in nerdeyse her cümlesine, "baktığımız zaman" diye başlaması var ki, o da apayrı bir olay. Ayrıca hadiseyi "hatadır, olur öyle" diye geçiştirmek mümkün değil. Sıradan bir vatandaşın İngilizce konuşurken hatalar yapması normal karşılanır, ama bu arkadaşın işi bu. Ve yapacağı hatalar çalıştığı takımı direkt etkileyecek türden şeyler olabilir. Atıyorum; benim, vatandaş Ahmet'in, Mehmet'in vs. İngilizce konuşurken yaptığı hatalara en fazla gülüp geçeriz ama biz herhangi bir kurumu temsil etmiyoruz. Yahut işimiz tercümanlık değil. Böyle bir yükümlülüğümüz yok. Ancak Mert Çetin'in durumu farklı. Bunu iyi görmek lazım.

Muhtemelen bu yazı için, "çok biliyorsan sen yap bu işi" tepkileri verenler de olacaktır. Hepsine tek tek yorumlarda cevap yazmak yerine, buradan toplu cevap vereyim şimdiden. Blogda eleştirdiğim kişilerin yerine geçseydim, bugüne kadar şu meslekleri ya da işleri yapıyor olmam lazımdı; Kulüp başkanı, teknik direktör, futbolcu, basketbol antrenörü, yönetmen, edebiyatçı, Başbakan, Cumhurbaşkanı, milletvekili, Genelkurmay Başkanı, bakan, televizyoncu, gazeteci vs.
Gördüğünüz gibi eleştirdiğim kişilerinin işlerini yapmak zorunda olduğumdan çok işe girdim çıktım bugüne dek. Yoruldum artık. İlla bu iş için İngiliz dili okumuş birini tercih edeceğiz diyorsanız, sizi voodoo girl'e yönlendireyim o zaman.

Bu arada o kadar atıp tuttuk, artık birileri yapacağım ilk İngilizce hatayı dört gözle bekliyor olacaktır. Oradan da başımıza iş açtık ya neyse, olur o kadar...

Kalın salıncakla...

Not: Yazıyı en baştan sonuna kadar okuyan varsa, helal olsun. Bu kadar uzun yazıları okumak zordur. En azından ben çok zorlanıyorum. Ondan dedim.

Not (2): Yazıyı bitirdikten sonra aklıma geldi. Komik bir anımı anlatayım. Konuyla da ilgili. Lise 2'deyken dersaneye gidiyorum. Dersanedeki İngilizce hocası ise adeta ödev manyağı. Paso ödev veriyor. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de "en zayıf halka" tarzı bir oyunu oynatıyor bize. Herkes en az 3 tane eş anlamlı ve 3 tane zıt anlamlı kelime buluyor. Bunları bulduktan sonra, birbirimize sırayla kelime soruyoruz. Eş anlamlısını ya da zıttını bilen, sınıftan çıkabiliyor. Ders bittikten sonra oynuyoruz bu oyunu. Buna dikkat. Neyse, ben de listemi hazırladım. Kelimenin birine "tie" yazdım. Bağlamak, düğümlemek manasında. Onun zıttı içinse sözlükten kelimeyi (çözmek) direkt almışım ve "solve" yazmışım. Bu kelime çözmek demek ama sorun, problem çözmek anlamında. Boğaziçi'nde okuyan kuzenlerimin "lan olm, manyak mısın? bu nasıl zıtlık?" sorusu ve kahkahalarıyla hayata dönmüştüm o gün. Bir zamanlar ben de Mert Çetin'dim yani. Bu da böyle bir anımdır.

No comments:

Post a Comment