Tuesday, February 15, 2011

Biricik Sevgilim


Immo Guitti Kadıköy'den bildiriyor.

Sevgililer günü... Tüketme kültürünün en büyük öznesi insan böylesi günde yine tüketime kaptırıyor kendini. Bir yanda da yılın diğer günlerinde kapitalizmin kölesi olan ama günü muhalif geçirmek isteyen bir başka insan. İki olguya da özne olmayı reddediyorum. Küçüklükten bu yana hayatımda vazgeçilmez kıldığım ender şeylerden biri Fenerbahçe ile buluşmaya gidiyorum. Yıllardır bu garip güne denk gelen maçlardan biri için soluğu Kadıköy'ün sokaklarında aldığımda şampiyonluğa inanan silüetler biraz daha kıpırdatmaya yetiyor içimi...

Sergen'in birkaç yıl öncesine ait sözünü fısıldıyor arkadaşım kulağıma: “Nasıl oluyor da böylesine inanabiliyorlar insanlar galibiyete...” Galatasaray'la oynadığımız daha birinci dakikada gol yediğimiz maçı hatırlatıyor bana. İnsanlar, diyor. “İnanıyorlar...” Tedirginliğimi alıyor bu cümleler. İnanıyorduk. Camia olarak. İnanmasaydık Trabzon maçıyla birlikte kenetlenmezdik, bu kadar. Futbolcular çıkmazdı sahaya ellerindeki “bitmez tükenmez aşkımız” pankartlarıyla. En güzel çiçekleri sunmazdılar tribünlere...


Büfelerin önünü sarmış insanlar, az ileride “sevgililere” gül satan ablalar, kulakların pasını alan tezahüratlar. Bir yabancıymışcasına dikizliyorum etrafı. Duramayacak kadar yorgunduk ama bir o kadar da heyecanlıydık, sıra ilerlerken. Sevgilileri görüyorum tribünlerin içinde. Aklıma televizyon ekranları geliyor. Kesin bunları arıyorlardır göstermek için, diyorum kendi kendime. İnsanlar ekran başında böylesi görüntüler izlemeliydi. Kameranın önü her zaman temiz olmalıydı. Sevgililer Günü de olsa burada olmaktan başka çarem yok. Sürekli olarak gidip geldiğim, sevindiğim, üzüldüğüm bu tribünde olmaktan başka çarem yok. Kimsem yok, Fenerbahçe'nin yanına koyabilecek. Olsaydı bağıramazdım elli bin kişinin arasında “Fenerbahçem benim... Biricik sevgilim...” diye. Hissetmeseydim, susardım.

Mustafa Denizli'nin bana armağanıdır, maçı öncesinde oynamak. Santra öncesi tüm duygumuzla bağırırken bir yandan maçı oynuyordum kafamda. Bazen güvenebiliyordum kendime. Galatasaray'ı 4-0 yendiğimiz maçta ilk 20 dakikada 2-0 öne geçeceğimizi tüm tribüne yaymıştım. Anlam verememişlerdi ama 2-0 olduğunda koca bir tribün üzerimdeydi sevinçten. Aslında bu benim ilginç görüşüm. Her maçta erken gol atarız diye düşünürüm. Yine öyle oldu. Gol atacağımızı biliyordum, erkenden. Attık zira. O ara gösterilen ruh ve hırs bütün yorgunluğu alıp götürüyordu. O an oradaki elli bin kişinin hiçbir derdi yoktu. Bütün tasalar unutulmuştu, doksan dakika boyunca da hatırlanmayacaktı. Ayağıyla değil yüreğiyle oynayanları gördükçe bir kez daha inanıyordum, şampiyonluğa. İhtiyacımız var buna...


Yanımdaki arkadaşım hatırlatıyordu, Lugano'nun 3 sarı kartta olduğunu. İşte o andan itibaren gözlerim hep ona takılıyordu. O, olmalıydı gelecek haftaki mücadelede. Düşüncelerle beynimi kemirirken Lugano kafayı çakmaya geliyordu. Koşuşu habercisiydi golün. Goller ikilendiğinde biraz daha rahatlıyordum. O ara yükselen “Fener gol, gol, gol... Şampiyonluk geliyor” tezahüratları klasik koşullanmaya sürüklüyordu beni. Aklıma kötü şeyler getiriyordu ama bizim çocuklar bu kez daha kuvvetli inanıyor, söküp alacağına takımın. Gerekirse tribün sahaya iniyor artık. Geleneksel tribünden daha agresif tribüne bir geçiş yaşadık son haftalarda. Belki de olması gerekeni yapıyorduk. Artık tribünlerden kulakları sağır eden sesler, futbolculara yönelikti. Sırayla herkesin sesi duyuluyordu. Alex'le başlayan Kocaman'la biten kişisel tezahüratlarda futbolcuları düşünüyordum, tek tek. Alex, diyordum kendi kendime. İleride yaşça küçüklere anlatacağımız adam. Gökhan Gönül... “Avrupa'da oynama hayalim yok, hayalim burasıydı” diyen futbolcu. Son haftalarda müthiş gelişme gösteren Mehmet Topuz... Adeta kabul ettirmişti kendini. Selçuk... Bu takımın adamı Selçuk. Kanat oynayamayan, bu yüzden hataları artan Niang... Gelirken, “Fenerbahçe'yi şampiyon yapmaya geliyorum” diyen adam. Bir zamanlar benim de hayalimdi, bu sözleri söyleyen kişi olmak...

Maç bittiğinde köfte kokularının Kadıköy'ü sardığı, sigara dumanlarının altında insanların “şampiyonluk” yorumları yaptığı her biri Rıdvan Dilmen olan güzel Fenerbahçeli insanlarla birlikte yürüyordum... Bir kez daha buradan mutlu ayrılmanın verdiği tebessümle. Yarınki mesaiyi düşünmeden... Aşıktık hepimiz. Hiçbir zaman olmadığı ve olamayacağı kadar...

misafir yazar: Immo Guitti

No comments:

Post a Comment