Sunday, January 10, 2010

Yahşi Batı


Cem Yılmaz ismini sinemayla birlikte zikretmeye başladığınızda karşınızda hemen iki fikir adamcığı belirir. Bunlardan bir tanesi "Kesin çok komik bir filmdir. Yine gülmekten kırılacağız" beklentisinde olan, diğeri ise uzak durmaya çalışan şahıs ve "Aman! Cem Yılmaz kim, sinema kim? Gitsin stand-up yapsın" der. Elbette ki bu iki görüşün dışında kendine bir koltuk ayarlamaya çalışan ademoğulları da vardır, ama genel olarak bu iki görüşün baskın olduğu bir gerçek. Bu yazıyı kaleme alan kişi ise, bu iki genellemeden uzak kalmaya çabalayarak geçtiğimiz hafta ilk gişe gününde Cem Yılmaz'ın son filmi Yahşi Batı'yı izlemek için sinema salonunun birine gitti.

Yahşi Batı'yı öncelikle tipik bir "Türkler yanlış zamanda yanlış yerde olsa ne olurdu" mizanseni şeklinde yorumlamak mümkün. Cem Yılmaz bunu daha önce malumunuz olduğu üzere GORA'da Sultanahmet esnafı Arif Işık'ı Uzay'a ve yine AROG'da aynı karakteri ilk çağlara göndererek yapmıştı. Bu kez ana karakterimiz değişmiş. Arif Işık'ın yerine Aziz Bey var. Peki Aziz Bey ne derece Cem Yılmaz figürü olmaktan öte? Orası tartışılır işte. Evet, Aziz Bey karakteri de klasik Cem Yılmaz güldürüsündeki bir tipleme olarak güldürüyor sizi, ama insan bir yandan da, bu tipleme filmdeki karakterden ziyade sanki Cem Yılmaz'ın stan-up gösterilerindeki bir karakter gibi diye düşünüp duruyorsunuz. Bundan önceki Arif Işık karakteri de öyleydi tabii. Bu bağlamda o da eleştirilebilir, fakat GORA öncesi Cem Yılmaz'ın kendisi bu film "Türkler Uzay'da" esprisinden yola çıkılarak yapılmıştır diye belirtmişti. Yani yılların mizah dergisi geyiğini, kendi gösterilerinde de defalarca anlattığı için sinemaya giden seyirci zaten, bu beklentiyle bakıyordu o tiplemeye. Cem Yılmaz'ın bu kez hadiseyi Osmanlı Devleti zamanında değerlendirmesi ve farklı bir senaryo ile karşımıza çıkması haliyle Aziz Bey figürü acep değişik midir? sorusunu akıllara getiriyor ama Aziz Bey'den ziyade Cem Yılmaz'mış gibi algılanıyor. Bu elbette ki filmin genelinin eleştirisi içerisinde bir yerinden tutularak bütün filmi yerden yere vuracak bir etmen değildir, ama mühüm bir noktadır.


Türklerin yanlış zamanda, yanlış yerde olması dedik. Peki, bu nasıl resmedilmiş? Öncelikle bir itirafta bulunmak gerekirse gerek kostümler, gerekse de görsel açıdan film hayli tatmin edici. Hiçbir karede "burası olmamış", "bu ne ya, saçmalık" gibi nidalar atmanız mükün değil. Filmin senaryosu belki sizi sinemada oturduğunuz koltuktan alıp, Vahşi Batı'daki kasabanın ortasına koyacak düzeyde değil, ama planlar, çekimler ve genel olarak o dönemin tasviri oldukça hoş. (emeğe saygı hakkaten). E tabii, filme Cem Yılmaz'ın elinin değmesiyle bazı Western klişelerine (yerde sürüklenen çalı topağı gibi) gülümseten bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz. 1800'lerin sonlarının İstanbul'undan Vahşi Batı'ya yolu düşen Aziz ve Lemi Bey'lerin hikaye boyunca hadiselere dönemin Osmanlısı gözüyle yaklaşmalarının yanı sıra zaman zaman da günümüz İstanbul'una dönük imaları insanı bayağı gülümsetiyor. Bilhassa Ozan Güven'in canlandırdığı Lemi Bey karakteri ilgi çekici. Yukarıda Cem Yılmaz'ın canlandırdığı Aziz Bey karakteri eleştirisinin tam zıttı bir durum var Ozan Güven'in tiplemesinde. Yepyeni bir karakter çıkartmış yine Ozan Güven. Ve Cem Yılmaz'la karşılıklı oynadığı her filmde o havayı yakalayabiliyorsunuz.


Filmdeki oyunculuklara dair çok daha olumlu konuşabileceğimiz sadece bir isim var ne yazık ki. O da tabii ki Zafer Algöz. Kasabanın dalavereci Şerifi rolünde hem Ali Şen'e hem de Vahi Öz'e saygı duruşunda bulunuyor. Ve baştan sona -oyunculuk anlamında- filmi alıp götürüyor. Bu sebepten olsa gerek Demet Evgar ve Uğur Özkan biraz sönük kalıyorlar yanında. Yine de Demet Evgar için erken konuşmamak da gerek. Cem Yılmaz'ın bundan sonraki filmlerinde daha çok ön plana çıkması mümkün olabilir. Zira Cem Yılmaz'ın Demet Evgar'ın filmdeki performansını övdüğünü görünce, herhalde bundan sonraki projeler için de onu düşünecektir diye yorumlamak mümkün. Bu sebeple, Yahşi Batı'daki görüntüsüyle Cem Yılmaz filminin en zayıf halkası olmuş demek abartı olur herhalde. Cem Yılmaz'ın da bir gördüğü olsa gerek ki beğenmiş. Neden bu kadar takıldın Demet Evgar'a? diyecek olan çıkarsa, ondan daha iyi işler çıkarmasını beklediğimi söyleyebilirim. O potansiyel kendisinde ziyadesiyle mevcut.

Filmin geneli için eleştirilecek yanları var tabii. Birincisi, hikayenin ortaya çıkmasına neden olan meşhur elması sanki çok üstünkörü sunmuşlar. Yani filmin bazı yerlerinde karakterlerin rekabetine öyle çok takılmışlar ki, "yahu bu adamlar neyin peşindeydi?" diye sorusu aklınıza bile gelmiyor. İkinci olarak filmin ilk yarısının ortalama bir Cem Yılmaz filmi için hayli yavan aktığını söylemek mümkün. Gittiğim sinemada filmi yarıda bırakanlar olmadı ama duyduğum kadarıyla bu başka sinemalarda olmuş. Bunun sebebi de büyük beklentiyle gelenlerin bahsettiğim yavanlığı hayalkırıklığıyla karşılamış olmaları. Bir başka ve en çok konuşulan mevzuya gelirsek, film denildiğini gibi bol küfür içeriyor (her şeye rağmen Racep İvedik serisine göre oldukça masum bir filmdir). Küfürler güldürmüyor mu? Zaman zaman çok güldürüyor tabii. Açıkçası "filmde çok küfür var" şeklindeki olumsuz eleştirileri kaale almamanızı öneririm. Hayatın her anında ve nerdeyse her şeye küfür eden bir milletin sinema salonundaki küfürden rahatsız olması komik. Hadi bunu bir televizyon yapımı için söyleseniz makuldur ama sinema başkadır. Böyle eleştiri olmaz. Şu dense tabii daha anlaşılır olur; acep Cem Yılmaz da "Recep İvedik'ini küfürlerinin gişe başarısındaki rüzgarı"na mı kapıldı? Bunu iddia edene tamamen haksızsın demek zor. Lakin filmdeki küfürlerin daha çok mizah dergileri kıvamında olduğunu belirtmek lazım. Zaten bu filmi beğenen ve beğenmeyenleri de mizah dergisi kültürüne yakın olanlar ve uzak olanlar diye değerlendirmek gerek. O kültüre yakınsanız filmdeki küfürler rahatsız edici gelmez, çoğuna da zamanlamasını başarılı bularak rahatlıkla gülersiniz. Aksi şekilde bakıyorsanız, sinema salonunu taş olmuş bir şekilde terk etmeniz mümkündür.


Filmin genelindeki esprilerin ise ince espriler olduğunu ve bunu ancak ince görebilenlerin tebessümle karşılayacağı da ayrı bir gerçek.

Filmin müzik seçimleri gayet iyi. Yönetmene de olumsuz anlamda bir şey demek doğru olmaz. Vasatın üstünde bir iş çıkardığı kesin.

Filme dair sağda solda rastlamadığım, fakat en çok konuşulması gereken şeyin aslında filmde bol bol yer alan "Oryantalizm" göndermeleri olduğu kesin. Cem Yılmaz'ın bunu ısrarla, defalarca yapması onun bu konuya ne kadar taktığını ve bu konudan ne kadar çok dertli olduğunun göstergesi olsa gerek. Tekrar tekrar bu mevzunun hikayede gündeme getirilmesi rahatsız edici değil. Keza tipik Western mevzularına değinmesi de kaçınılmaz olmuş. Detayları yakalayanlar da o kısımları eğlenceli bulacaktır.

Son olarak iki konuya daha değinmek gerek. Cem Yılmaz bu filmi eleştirenlerin sıcakkanlı ve çığır kelimelerini kullanmalarını istemişti. O zaman biz de sevdiğimiz biri olan Cem Yılmaz'a uyalım. Filmin genelindeki atmosfer gayet sıcakkanlı. Takip ederken kendinizi dışlanmış hissetmiyorsunuz, yukarıda yazdığımız sebepten kasabanın havasını adeta teneffüs ediyorsunuz. Lakin bu filmin Türk sinemasında çığır açıp açmayacağı tartışmalı bir konudur. 30 yıldır çekilmeyen Törkiş Western filmlerine yeniden gaz vermeyi başarabilirse ama en azından bu bakımdan tekrar kapıyı açmış olduğu söylenir.

Bahsetmek istediğim diğer ve son konu ise hem bir sinemasever hem de bir Cem Yılmaz hayranı olarak kendisinden GORA, AROG ve Yahşi Batı gibi komedi türünde değerlendirilebilecek filmler yerine, Her Şey Çok Güzel Olacak ve Hokkabaz gibi komedi-dram türünden filmler izleyebilmek.

Velhasıl kelam büyük beklentiyle yaklaşmayanlar hoşça vakit geçirebileceği iki buçuk saat vaad ettiği bir filmdir Yahşi Batı. Aksini yaşama konusunda tereddütleri olanlar ise 1 yıl beklesinler ve filmi Televizyonda sansürlü bir şekilde izlesinler.

Not: Bu yazı Sigara Yanıkları blogu için yazılmış, orada yayımlandıktan sonra buraya kopi-pest edilmiştir...

No comments:

Post a Comment