Thursday, January 14, 2010

Blog Söyleşileri #2: Fener Tutkunları'ndan Oktay Ağabey


Ziyadesiyle gecikmiş bir söyleşi oldu. Sebebi de benim bir türlü soruları hazırlayıp Oktay Ağabey'e gönderemem tabii ki. Neyse ki, geç de olsa sorularımızı gönderdik, o da sağolsun çok kısa bir sürede cevaplayıp bize döndü. Hanidir aklımda olan ve gerçekleştirmeyi çok istediğim bir söyleşiydi. Seviniyorum bu yüzden. Oktay Ağabey'e nazımızın geçmesi de ayrı bir mutluluk vesilesi tabii. Sağolsun. Kırmadı bizi. Daha fazla uzatmayayım girizgahı da, sizi söyleşiyle başbaşa bırakayım. Son olarak söyleşide yer alan fotoların Oktay Ağabey'in arşivinden olduğunu söylemeye gerek yoktur herhalde.

***

Sırtımızdan çubuklu formayı hiç çıkarmazdık.

İlk soru klişe olsun. Sizi tanımayanlar için kim olduğunuzu, Fenerbahçe ve tribün sevginizin nereden geldiğini anlatmanızı istesek.

Öncelikle tüm arkadaşlara sevgiler, saygılar. Benimle böyle bir sohbet düşüncesi isteğiniz olduğu için de sizlere teşekkür ederim. Bendeniz 40 yaşımdayım.10 yaşımdan itibaren Fenerbahçe tribünlerindeyim. Basketbol maçlarını saymazsak bugüne kadar yaklaşık 750-800 maça gitmişliğim vardır, bunların yaklaşık 80 tanesi deplasman. 10-20 yaş arası da lisanslı olarak amatör kümede futbol oynadım. Bendeki futbol sevgisi (Allah Rahmet Eylesin) abimden gelir. Semtimizdeki büyük futbol sahası da bu sevginin artmasına sebep olmuştur. Fenerbahçe sevgisi de mahalledeki arkadaşlarımdan gelir. Beraber futbol oynadığım arkadaşlarımın tamamı Fenerbahçe'liydi ve yaz günleri sırtımızdan çubuklu formayı hiç çıkarmazdık. 10 numara (Cemil Turan) forması o yıllarda çok gözdeydi. Futbolu ve Fenerbahçe'yi çok sevdiğim için, yaşım küçük de olsa maçlara gitmeyi çok istiyordum. 10 yaşımda bu kısmet oldu ve gittiğim ilk maçta tribünler beni çok etkiledi. O maça bir büyüğüm beni götürmüştü, diğer maçlara kendim gitmeye başladım. Evimiz İnönü Stadı'na yaklaşık 7-8 km mesafedeydi.

İlk gittiğiniz Fenerbahçe maçı hangisiydi?

Fenerbahçe : 1 Zonguldakspor : 0 (11.11.1979).

Yine bir üsttekine paralel bir soru olsun. Bir zamanlar “halkın takımı” olarak zikredilen Fenerbahçe için bugün aynı şeyleri söylemek mümkün müdür?

Artık maçlarımıza maaalesef maddi imkanları bir nebze olsun iyi olanlar gelebiliyor. Bugün ülkemizde hayat şartları da zor. Kombine ve bilet fiyatları da halkın büyük çoğunluğu için uygun değil.

İnönü Stadı, Yeni Açık (1973-74)

Yıllarını tribünde geçirmiş biri olarak geçmiş dönemdeki anlayış ile şimdiki arasındaki fark ne? Yine yıllarını tribüne vermiş ağabeylerin, bugün tribüne ve tribün kültürüne sahip çıkmaları gerekirken, birçok ismin uzaklaşmasının sebebi nedir?

Şu anda maçlara gelen taraftarların bir bölümü, eğlence amaçlı maça geliyor. Eskiden böyle bir şey yoktu. Zaten sabahın çok erken saatlerinde ve o stad koşullarında o cefa çekilirken eğlenceden bahsedilemez. Çoğu maçta aşırı kalabalıktan içeri girilebileceğinin bile garantisi yoktu. Eski tribüncülerin bir bölümü şu anda yok. Fakat ben bunu doğal karşılıyorum. Yaş ilerledikçe çoğu şey değişiyor. Hayat şartlarının değişmesi, o arkadaşların şimdiki tribünlerden memnun olmamaları, ailevi sebepler, en büyük faktörler. Eskiden maç atmosferi bir çok arkadaşıma büyük heyecan verirken şimdi aynı duyguyu maalesef içinde hissedemeyenler var.

Birkaç yıldır Fenerbahçe tribünlerinde ilginç olaylar yaşanıyor. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tabii ki Fenerbahçe taraftarının tasvip etmediği olaylar yaşandı. Artık bu olaylara kapandı gözüyle bakıyoruz. Bu sene güzel bir adım atıldı. Önümüzdeki yıllarda İnşallah daha iyi olacak. Kulübümüzle taraftarımız arasında sıkı bir bağ kurulmalı ve karşılıklı sorunlar 2-3 ayda bir masaya yatırılmalı diye düşünüyorum.

Aziz Yıldırım tesisleşme anlamında olumlu işlere imza atsa da tribün politikaları konusunda çok eleştirilen bir başkan. Bu konudaki görüşünüz nedir?

Fenerbahçe yönetimi her zaman taraftarının yanında olmalıdır. Fakat bu demek değildir ki, yanlış yapan taraftarları da alsın bağrına bassın. Taraftar Fenerbahçe'nin gerçek sahibidir ve hep öyle kalacaktır. Daha önce de belirttiğim gibi taraftar ve yönetim arasında ciddi anlamda bir iletişim sağlanmalı ve karşılıklı sorunlar 2-3 ayda bir masaya yatırılmalıdır.


Stad sabahlamaları desek… Bu eski geleneği bir de sizden tekrar dinlesek.

Ben İstanbul'daki maçlarda sabahlayanların içinde yoktum. Fakat sabah 6 gibi stadda veya çevresinde taraftarlarımızla beraber olurdum. Zaten o gece evde heyecandan sabaha kadar kesinlikle uyuyamazdım. İsterseniz sizlere 1980 senesinde yaşadığım bir olayı anlatayım: Fenerbahçe-Beşiktaş oynuyor. Sabahın erken saatleri. Yaşım 11. Kabataş'ta ilerliyorum. Özel bir maç, maça ilgi yok. Yollarda kimseye rastlamadım. Bizimkiler deniz tarafında yol üstünde toplanmışlar, ben karşı tarafta stada doğru ilerliyorum. Bana seslendiler, "gel buraya" dediler. Gitmedim. Derken içlerinden biri koşarak yanıma geldi ve "sen neyine güvenerek stada gidiyorsun?" dedi. Ben "kimse yok mu orada bizden? " dedim. Çocuk bana "yok, hepimiz bu kadarız" dedi. Sonra beraber deniz tarafına geçtik. Orada konuşulanlar hep çeşitli grupların semtlerin uzak olması sebebiyle toplanmaya geç gelmeleriydi. Beşiktaş bunun avantajını yaşıyordu. Biz toplanana kadar onlar kapalı kuyruğundaki yerlerini alıyor ve hep biz saldırmak zorunda kalıyorduk. Konuşulanlar bunlardı... Bir zaman sonra biraz kalabalıklaşıp saat kulesine doğru ilerledik. Beşiktaşlılar eski açığın merdivenlerinin oraya kadar gelmişlerdi ve bize "gel gel gel" diye gülerek bağırıyorlardı. Kapalıya girmek için saldırmaktan başka çaremiz yoktu. O günü kapalıya girişimiz böyle oldu... Sabahlama gereksinimi bu ve bu tür maçlarda doğmuş olduğu kanaatindeyim... Deplasmanlarda da kah parklarda, kah stadın etrafında, kah sabahçı kahvelerinde, kah otobüs terminallerinde sabahlardık. Bir deplasman anım şöyle: Bursa'dan Tofaş basket maçından çıktık. 22-23 kişi bir otobüs tuttuk ve İzmir'e Karşıyaka futbol maçına yola koyulduk.(1987-88 sezonu) Saat gece 3 gibi İzmir'e vardık. Otobüs terminalinde sabahı beklerken Karşıyakalı taraftarlar geldi. Sayıları bizim kadardı. Camdan bize bakarlarken tribün liderlerimizden birinin bir hareketiyle oradan ayrılmak zorunda kaldılar.
Daha sonra biz stada doğru hareket ettik. Karşıyaka taraftarları kapalının orada ateş yakmış ısınıyorlardı. Bizi fark etmemişlerdi. Usulca yanlarına kadar gittik. Bir anda karşılarına çıkınca çok şaşırdılar tabii ki. Biz her türlü çok sağlamdık. Biraz sohbetten sonra bizi terminale çay içmeğe davet ettiler ve hep beraber terminale geri döndük. Şayet o gün stadda sohbet sırasında Karşıyaka taraftarından bir kişi bize olmadık bir şey söyleseydi orada katliam olabilirdi. Hepsi konuksever davrandı. İşte İzmir'de de böyle bir sabahlama olayı yaşamıştım.

Efsane Maraton denince aklınıza neler geliyor?

Eski maraton tribünümüz tezahürat açısından koşulları uygun bir tribündü. Çatısı ses yankısı bakımından şimdikinden çok daha iyiydi ve de tribüne daha yakındı. Üstelik durduğumuz yer sahaya da yakın olduğundan taraftar kendini atmosfer olayına daha çok kaptırıyordu. Kombine olayı da olmadığından daha çok tezahürat yapmak isteyenler buraya gelirdi ve de herkes bunu bilirdi. Küçük stadlarda tezahürat her zaman daha kolaydır, etrafınıza sesinizi daha kolay duyurursunuz. Şimdiki maraton üst A-B blok ve okul tarafındaki arkadaşları, eski maraton tribününde bir hayal edelim. Bence çok daha iyisini yaparlar.

Fenerbahçe ve diğer tribünlerinden unutamadığınız simalar kimdir?

Şadan Abi, Pepe Metin, Sarı Hamdi, Burak, Arif, Dişlek, İskender, Bülent, Küçük Alper, Büyük Alper, Dede İsmail, Kürt Metin, Caymaz, Bostancılı Muzo, Cevat, Okan... Amigolarımız; Çetin, Numan, Yaşar, Kemik, Arap Ramazan, Adnan, Tevfik ve Tipitip :) Burada yazmayı unuttuğum arkadaşlarım ve abilerim kusura bakmasın. Diğer tribünlerden de var birkaç kişi fakat yazmak istemem.

Sizi tribünle alakalı en çok üzen olay nedir?

Bir tartışma sırasında, bir Fenerbahçe'liye, bir grup Fenerbahçe'linin saldırması. Böyle bir olay Fenerbahçe'liliğe yakışmaz. Üstelik, tüm Fenerbahçe'liler kardeştir.


Tribün kültürü adına bugün olumlu bulduğunuz, geçmişe kıyasla daha iyi dediğiniz şeyler var mı?

Zamanında kuyruklarda çok ezildik. İçeri girememe endişesi yaşadık. Hatta tribünde bile izdiham vardı. Bir kişilik yerde 3 kişi duruyorduk. Kombine kart büyük rahatlık getirdi. Kombinesi olanlar bir sezon boyunca iç sahada bilet sorunuyla uğraşmıyorlar. İçeri girememe, içeride iyi yer bulamama gibi sorunları yok, yerleri hazır. İçiyle dışıyla pırıl pırıl bir stada sahibiz. Tüm tribünler kapalı. Isıtma sistemi mevcut. Zamanında çok ıslandık, soğuktan çok titredik, dışarıda çamurların içinde çok dolaştık. Bunlar tebessümle andığımız anılarımız oldu artık. Keyfime düşkün birisi asla değilim, bunu da belirteyim... Artık taraftarlarımızın tamamına yakını Fenerbahçe ürünü ile maça geliyor. Ve yapılan koreografiler, eskiden hiç yoktu... Son bir kaç senedir de yapılan bestelerle de herhalde rekor kırmışızdır.

Günümüzde birbirine düşman tribünler olduğu gibi, araları çok iyi olan tribünler de var. Eskiden bu işler nasıldı?

Eskiden de böyleydi. En büyük dostluk ise Beşiktaş ve Galatasaray arasında yaşandı. 1980 senesi ve civarında yaklaşık 3-4 sene tribünde devamlı beraberdiler. Dışarıda da beraber dolaşırlardı. Donanma kupaları maçlarında zaten tribünlerin yarısında onlar karışık oturur, diğer yarısını da biz alırdık. Beşiktaş'ın maçlarında Galatasaaray'lıları, Galatasaray'ın maçlarında da Beşiktaş'lıları görüyorduk. Ben o yıllarda bizimle ilgisi olmayan bazı maçlara da gitmiştim. Fenerbahçe tribünlerine bugüne kadar girip de destek vereni görmedim. 3 büyük takımın Kocaeli, Sakarya, Bursa ve Eskişehir maçlarında genelde olay çıkardı. Kocaeli-Sakarya düşman iki şehir gibiydi. Sanırım halen daha aynı. Bolu'da rahat ederdik. Zonguldak'ta zannedersem iki maçımızda önemli olaylar çıktı, sahaya inmek zorunda kaldık. Fakat yine de Zonguldak, Bolu'dan sonra diğer şehirlere göre bizim için daha kolay geçerdi. Eskişehir'de karlı ve kanlı bir G.Saray maçı hatırlıyorum mesela.

En sevdiğiniz tezahürat hangisi? Fenerbahçe tribünlerinin tezahüratlarını genel olarak nasıl buluyorsunuz?

Fenerbahçe sen çok yaşa. canım feda olsun sana.Ve tüm tribünlerin Fener...Fener...Fener diye bağırması. Biz deplasmana gittiğimizde genelde şehire girişimizi ve stada yaklaşımızı bu iki tezahüratla yapardık. Tezahürata çok sağlam girerdik, ortalığı inletirdik. Kavgalara girerken de bu iki tezahürat çok yapılırdı... Son senelerde çok sayıda beste yapılmasını olumlu buluyorum. Elbette bu bestelerden taraftarlarımızın onay vereceği besteler baki kalacaktır. Ben her zaman bestelerin sözlerinin hece hece vurgulu bir biçimde söylenilmesinden yanayım. Maalesef çoğu besteyi gereğinden hızlı söylüyoruz. Bu da o tezahüratın çabuk bitmesine, iyi ses çıkmamasına, taraftarlarımızın da çabuk yorulmasına sebep oluyor. Takımı ateşleyecek tezahüratlara daha çok yer vermeliyiz. Maç garanti skora ulaştığında diğer tezahüratlara geçmeliyiz. 90 dakika sağlam tezahürat yapmak kolay değil, hatta imkansıza yakın. Maraton üst tribünü karşılıklı tezahüratlarla az da olsa kendini dinlendirebiliyor. Belki bu tür karşılıklı tezahüratları arttırarak tezahüratların daha etkili biçimde çıkmasını sağlayabiliriz. Bir de alkışlı tezahüratlar her zaman taraftarı dinlendirici olmuştur. Alkış hem iyi bir tempodur hem de taraftarı dinlendirir...

Spor Sergi günlerini özlüyor musunuz? Bize biraz da o günleri anlatmanızı istesek.

Orası Fenerbahçe taraftarlarının evi gibiydi. O günleri yaşayan tüm taraftarlarımız eminim özlüyorlardır. Maçlar genelde akşama doğru oynanmasına rağmen sabahın erken saatlerinde bile uzunca kuyruklar oluşurdu. İçeride ise bambaşka bir hayat vardı. Orada tüm taraftarlarımız saatlerce aynı çatı altında bir aile ortamı içinde maçı beklerdi. Sabah 9'dan itibaren 2.lig maçları, bayan maçları vs. olurdu. Kah maç seyrederek, kah beste yaparak, kah şarkılar söyleyerek, kah karşılıklı tribünler birbirimize şaka yolu ile sataşarak vaktimizi geçirirdik. Tribünler ise tam bir renk cümbüşüydü. Hem alt kata, hem de üst kata asılan pankartlar, bayraklar, balonlar Spor Sergi'yi bayram yerine çeviriyordu. Bizim aşırı ilgimizden dolayı Galatasaray ve Beşiktaş taraftarları tribünde zamanla kan kaybettiler. Kendilerine üst katlarda bile zor yer buldular, bazen giremedikleri de oldu. Günde bazen 2 maç oluyordu. Bizden bile dışarıda kalanlar oluyordu. O kadar ilgi vardı. Spor Sergi'de yer bulabilmek, bazı dönemlerde hiç de kolay değildi.

Fenerbahçe Stadı, 1982


Fenerbahçe-Galatasaray maçı futbol derbisidir. Fenerbahçe-Beşiktaş maçı ise tribün derbisidir derler. Sizce de öyle mi?

Bu görüşe katılmakla beraber, hem futbol hem de tribün olarak, iki derbi arasında o kadar da fark olmadığını belirtmek isterim.

Geçmişte yaşanan olaylı Eskişehir deplasmanı dendiğinizde aklınıza ne geliyor?

Meydan muharebesi, taş yağmuru ve yaralılar. O maçtan sonra taraftarlarımız Eskişehir'de kalıp ifade vermişlerdi. Her iki tarafın da geri çekilmemesi ve güvenliğin de sabah saatlerinde olmayışı bu olaylara sebebiyet verdi diye düşünüyorum. Aslında belki de bu maçtan 5 ay önce yine Eskişehir'de oynanan maçta da olayların olması bunu körüklemiş olabilir. Ben o maçta da oradaki güvenliği yetersiz görmüştüm. Bizim içeri gireceğimiz kapının önünde büyük bir sunta parçasının üzerinde hakaret dolu yazılar vardı. Bunu normal karşılıyorlardı ki biz böyle bir yerden stada giriş yaptık. Maç bitiminde ise dışarı önce çıkan Eskişehir'li taraftarlar bizim tribüne taş yağdırdı. Demek ki dışarıda da gerekli önlem alınmamıştı. Yol üzerinde yine taşlamalar oldu ve İstanbul'a öyle döndük. Bahsettiğiniz o çok olaylı maç işte bu benim bahsettiğim maçtan sadece 5 ay sonra oynandı. Sonuç ortada.

Biraz da futbol soralım. Teknolojinin gelişmesiyle insanların futbola bakış açısı değişti malum. Bu durum “Endüstriyel futbol” diye bir kavramın çıkmasına yol açtı. Bu konudaki düşünceniz nedir? Genel itibariyle eski günleri özleyen nostalji sevdalılarına “geçti o günler” diyenler haklı mı?

Kısaca cevaplayayım. Evet haklılar...

Milli takımımı ve Türk kulüplerin son yıllarda Avrupa’da aldığı başarılı sonuçlara baktığınızda ve tabii geçmişle kıyasladığınızda ne düşünüyorsunuz? Sizin nesil mi çok şansızdı, yoksa şu ankiler mi çok şanslı?

Eskiden o sahalarda ve o tesislerde futbolun gelişmesi imkansızdı. A takımlar bile toprak sahalarda idman yapıyorlardı. Şimdi minik takımlar bile çim sahalarda veya suni sahalarda idman yapıyorlar. Ne ekersen onu biçersin. Futbola gerekli yatırım yıllar önce yapıldı ve bugünlere gelindi. Halen daha da yapılmaya devam ediliyor. İstanbul'da sadece çim saha olarak İnönü Stadı vardı. Şu anda 2.lig takımlarının bile ya çim ya da suni sahaları mevcut. Eskiden hem bu şartlar kötüydü, hem de futboldan bu kadar para kazanılmıyordu. Ben şu anda futbolcu olsam sabah akşam o tesislerden faydalanmaya bakar, eksiklerimi gidermeye çalışırdım.


Henrik Nielsen mi, Daniel Güiza mı? Ve bu soruya ek olarak Fenerbahçe tarihinin en kötü transferi sizce hangisi?

Kesinlikle Guiza. Nielsen Guiza'nın daha ağır ve hantal olanı. Guiza çabuk, süratli ve de boş alanlara çok fazla koşular yapıp defansı rahatsız ediyor. Diğer soruya şöyle cevap vereyim: bize fayda sağlamayan, boş transfer diye düşünürsek, aklımın bir köşesine yazmışım ; " Demir Hotiç".

Unutamadığınız Fenerbahçe kadrosu hangisi? Sebebi nedir?

1982-83 kadrosu: takım oyununu ve takım savunmasını çok iyi yaparak, ileride Selçuk'la şampiyonluğa ulaştı. Bir sezonda 5 kupa kaldırdı bu takım. İdeal onbir: Yaşar; Erdoğan-Onur-Alpaslan-Cem ; Bulgar Mehmet-Özcan-Müjdat- Osman-Arif ; Selçuk...1988-89 kadrosu: skor ne olursa olsun 5 dakikaya bile 3 gol sığdırabilecek kaliteye sahipti. 103 gol rekorları halen kırılamayacak gibi duruyor. İdeal onbir: Schumacher ; İsmail-Nezihi-Müjdat-K.Şenol ; Hakan- Turhan- Oğuz ; Rıdvan- Hasan- Aykut...

Aşağıda blogun takipçilerinin sorduğu bazı sorulara geçmeden son olarak özel bir soru sormak isterim. Nasıl oluyor da bu kadar olayı aklınızda tutabiliyorsunuz? (maşallah diyelim tabii) Anılarınızı, hatırladıklarınızı bir yerlere not alıyor musunuz? Tribün anılarınızı bir yerlerde yazma, hatta kitaplaştırma fikri var mıdır?

Elimde bir arşivim var. Ara sıra karıştırıp tekrar etmiş oluyorum. Takıldığım konularda Fenerbahçe Tarihi Ansiklopedisi'nden faydalanıyorum. Fakat yaşadığımız olaylar aklımda. Onları herhangi bir yere not etmedim. Maçlarda ve özellikle deplasman yollarında devamlı anılarımızı arkadaşlarımızla paylaştığımız için bu unutmamamı sağlıyor. Unuttuğum çok şey elbette var. Hafızamı normal olarak görüyorum. Tribün anılarını kitaplaştırma fikrim yok.

(gfb_burak_41) 1992-93 sezonu öncesine kadar Beşiktaş ve Galatasaray’ın tribünde pek çok kez birlikte olduğuna dair rivayetler var. Bunlar ne derece doğru? Aslı astarı var mı?

Tamamen gerçek. Hem tribünde hem dışarıda yıllarca sürmüş birliktelik inkar edilemez. Fakat bu birliktelik 80'li yılların başlarında çok daha belirgin düzeydeydi. Sonraki dönemlerde tribünde bayraklarıyla falan yanyana görmesek de dışarıda beraber olduklarını duyuyor ve görüyorduk. Bu durumun bitiş tarihi ile ilgili bir bilgiye sahip değilim.


(gözde) Unutamadığınız Fenerbahçeli futbolcular, teknik adamlar ve yöneticiler var mı? Varsa bunlar kimlerdir ve nedenleri tabii.

Cemil; biz O'nun formasıyla büyüdük. Çok büyük futbolcuydu...Selçuk; dönem itibariyle Fenerbahçe taraftarının en sevdiği futbolcuların başında diyebilirim. Dar zamanlarda Selçuk imdada yetişir, golünü atar ve 2 puanı cebimize koyardık...Rıdvan; 30 senede seyrettiğim en yetenekli yerli futbolcu. sakatlığı ve sonrasındaki yanlışlıklar O'nu bitirdi maalesef...Veselinoviç; 1984-85 ve 1988-89 yıllarında bize unutamadığımız iki şampiyonluk kazandırdı. Futbolcunun dilinden iyi anlardı...Ali Şen; Fenerbahçe için çok şey yaptı. Fenerbahçe Stadı'nı açtı. Dereağzı'nda çim idman sahasını yaptırdı. Basketbol takımına büyük hamle yaptı, zirveye oynattı. Futbol takımı 1982-83 sezonunda 5 kupalı sezon yaşadı. 1995-96 yılında yine futbolda şampiyonluk yaşattı. Kimseye pabuç bırakmazdı. Fenerbahçe taraftarının basın sözcüsü gibiydi. Aklımızdan geçenleri O'nun ağzından duyabilmek bizleri çok mutlu ediyordu. O, taraftarların Ali Baba'sıydı.

(Raziel) Havuz sistemine girmediğimiz için kayıtlarda bile olmayan 97-98 sezonundan aklında kalan en önemli şeyler nelerdir? (Mesela Okocha efsanesine dair doğru düzgün video kayıt yok)

1997-98 sezonunda tv maçları vermediğinden çok bilet sıkıntısı çekmiştik. Çok karaborsa olmuştu. Çok taraftarımız da maçlara girememişti. Birkaç deplasman maçını da sayarsak tribünden Okocha'yı epeyce seyretme şansım oldu. Çok çalışkan, sorumluluk alan, arkadaşlarına yardımcı, ayaklarına çok hakim, teknik kapasitesi yüksek bir oyuncuydu. Takım oyun kurarken çoğu kez bizim defansımızdan gelip top aldığını bilirim. Hatta Okocha top almaya gelirken rakip futbolcu da O'nun sırtında gelirdi. Yine de kurtulmasını bilirdi. Çok da gol atardı. Oyunun her alanında görüyorduk kendisini. Bizden ayrılışı güzel bir şekilde olmadı fakat kulübümüz de iyi para kazandı. O sezon forvette Saffet ve Boliç kötü performans göstermeseler çok rahat şampiyon olabilirdik. Ligin bitimine 4 maç kala Antalyaspor ile deplasmanda 1-1 berabere kalarak liderliği kaybetmiştik. O sezon Galatasaray lehine yapılan hakem hataları da şampiyonluğumuzu önemli şekilde engellemişti.

(HoAmca) Pepe Metin’in vitrine girmesi ilgili sorum var. hakikati var mıdır olay nasıl vuku bulmuştur, deplasman otobüslerinin efsanesi gerçek mi acaba?

Bu olay hakkında bir bilgim yok.

(haan) 90 ların sonunda maraton tribününde Kadıköyün Çocukları diye bir grup vardı düz sarı mont giyerlerdi..(Çağkan, Erman vardı aralarında tribün yıkılınca kaybolup gittiler..) Bu grubun akıbetini biliyor musunuz?

O arkadaşlardan haberim yok maalesef. Yıkılmadan önce biz maratonun alt tarafındaydık. Maraton tribünü ağırlıklı olarak Migros tribününe gitti. Bizim arkadaşlarımız da okul tarafına gitmeyi uygun gördüler. Sonuçta bir dağınıklık oldu.

Sorularımıza vakit ayırıp cevaplandırdığın için çok teşekkür ederim. Sizin gibi yıllarını tribüne vermiş ağabeyleri tanımak, dinlemek, bilgi edinmek benim gibiler için büyük keyif…Tekrardan teşekkürler.

Rica ederim. tüm arkadaşlara sevgi ve saygılarımla...
Oktay.

No comments:

Post a Comment