Friday, January 29, 2010

Blog Söyleşileri #3: Varol Döken


100 kişiye sorduk, Türkçe içerikli bloglar aleminde yazılara yaptığı yorumlarla aklınızda kalan birisi var mı diye. Cevapların büyük kısmında zikredilen isim Varol Döken oldu. E şimdi böyle bir gerçek varken biz boş durur muyuz? Durmayız tabii. Varol Döken'in ayağına kadar gittik (mecaz anlamda), sorular sorduk, güzelce cevaplar aldık. Sorulması gereken daha çok soru vardır elbette, atlamışsızdır bunları, aklımıza gelmemiştir falan ama ne yapalım, o kadar kusurumuz olsun değil mi?

Blogu açtığım ilk günden beri belli başlı bir dilbilgisi kaygım vardı, ama Varol Döken bunu alt üst etti. İlk defa blogdaki bir yazının üzerinde bazı düzeltmeler yapmadan yayımlayacağım, çok heyecanlıyım...

Lafı daha fazla uzatmadan sizi eğlenceli varol Döken söyleşiyle başbala bırakıyorum. Ve bir kez daha buradan da Varol Döken'e teşekkür ederek tabii.


***

"Dünyada bir tane Varol Döken var"


Memlekette blog yazarak popüler olmaktan ziyade, bloglara yorum yaparak ünlenen benim bildiğim bir kişi var; o da Varol Döken. Nedir bu mesele? Nasıl gelişti olaylar? İlk aklıma gelen Aceto Balsamico blogunda Ramon adlı bir İspanyolla yaşadığın tartışmalarla seni tanımıştık sanki? Doğru mu hatırlıyorum, Ramon’un hasmı diye biliyorduk hatta.

bak böyle yazıyorsunuz sonra aceto ile ben oturuyorum sofraya... bütün heybetiyle dikiyor gözlerini sen ünlü mü oldun lan diyor... valla ünlü değilim ben abi, saygılar... ya bilmiyorum nasıl gelişti... aceto balsamico ile başladım... e vakit yarattık yaza yaza büyüttük adana karpuzunu... oradan oraya... ramon ile de oldu öyle bir tartışma... vardır etkisi sanırım bilinirliğin artmasında, bayağı bir kapışmıştık, duyan gelmiş, ayırsanıza oğlum bakacağınıza... gerek de yoktu hiç... ama ramon burayı okuyorsan gelcem oğlum roma’ya!

Reklam sektöründe çalışan birine sorulması gereken en klişe soruyu sormak istiyorum; reklamın iyisi kötüsü olur mu? İyi bir reklam için kriterler nedir sence?

kavunun iyisi kötüsü olduğu gibi reklamın da iyisi kötüsü olur... bile bile kötü reklam yapıyorsan iyi reklam olur ama o, amaç önemli... sektörün ne, kitlen kim... elindeki ürünü kime satmak istiyorsun? ilk hesapta sadece konuşulmak tanınmak mı istiyorsun? yoksa satayım malımı, vurayım voliyi, çekileyim köşeme, alayım bir bağ evi, oh mis gibi derdinde misin? kısacası iyi reklam amaca hizmet eden reklamdır... o yüzden iyi reklam iyi reklamcıdan önce iyi müşteri vardır... bu herkesin atıp tuttuğu yaratıcılık o kadar mühim bir mesele değil... her ürünün içinde vardır zaten büyülü bir yan... göreceksin onu... evirip çevireceksin... bulacaksın onu... o geldi mi fikriyle gelir zaten... hayat bir fikirdir... yaşamak iyi fikir... bak güzel slogan oldu... olmadı deme, üzme beni... iyi reklamın kriteri, araştırmaktır sonra... ürünü iyi tanımaktır... markayı tanıyacaksın, kime neden sattığını bileceksin... şimdi gaza gelip topkapı-tuzla otobüsünde halkı tanımaya çıkma ama... üzer seni belediye otobüsleri... iyi reklam belli eder kendini 100 metreden şıp diye anlarım ben onu... 2 örnekle açıklamak varken bu kadar laf ettiğime göre iyi reklamcı değilim ben... kötü reklam: cengiz küçükayvazlı byron reklamı... laptopu yemeğe çıkartan reklamcı arkadaş da okuyorsa burayı o yemekte ne içtiler sormak isterim... iyi reklam: kiracinindrami.com... çok iyi reklam: durex babalar günü ilanı...


Bilmiyorum bu dediğime yorum yapar mısın ama söylemeden edemeyeceğim. Ülker ve Eti’nin reklamlarının genel olarak çok kötü olduğunu düşünüyorum. Senin fikrin nedir? Umarım bu işlerin altında imzan yoktur.

bak üstte çalımı bastım, gole gidiyorum şimdi... genel olarak diye bakamam ben... özeline inerim, parça pinçiğe inerim... moleküllerine kadar inerim o markanın... eti’nin misal, köyde çektiği bir reklam var... erdal özyağcılar... bakkal sahibi... eti’yi falan deniyor hani... sen belki beğendin belki beğenmedin o filmi... ama o reklam iyi reklam... sebebi şu... doğu’daki bakkallara sokmuyorlar eti’yi... ülker imparatorluk kurmuş oralarda... eti de diyor ki ben de varım... güzel de diyor... ülker’in de var mis gibi reklamları... dan kekleri, magma ları kim unutabilir... kötüsü de var tabi, bunlar büyük markalar bir sürü ajansa dağılmışlar, her bir ürünü bir marka olarak görmek lazım... ben yapmadım ülker eti, varsa ülker eti yetkilisi okuyan, göz kırparım onlara burdan, işve ederim...

Her fırsatta çalıştığın yerde diplomanın hiç sorulmadığını söylüyorsun. Nasıl bir yerde çalışıyorsunuz kuzum, laf olsun diye de olsa diploma sorulmaz mı hiç?

meslek zaten laf olsun diye yapılıyor... girdiğim hiçbir ajansta sormadılar nerden mezunum diye... ben araya sıkıştırdım, fakültenin kantininde hep reklam konuşurduk biz falan, kimse oralı olmazdı... adam neticede yazabiliyor muyum yazamıyor muyum ona bakıyor... diplomada iyi yazıyor yazmıyor neticede... amma yazıyor yazıyorum lan... yoksa yazamıyor muyum? bak kendi içimde çelişkilere savurdun beni...


Tavukçuzade duruyor mu hala? Hanidir geçmedim oralardan da, sormak istedim (bayağı özel bir soru oldu ama).

çok yakında kapanış partisiyle aranızda... açıldığına inanıyorsun da kapanacağına neden inanmıyorsun!

Bir rivayete göre aslında Varol Döken diye biri yok. Bizlerin Varol Döken diye bildiği isim aslında, Flying Dutchman blogunun yazarı Fırat Topal’ın alt benliğiymiş. Öyle diyorlar… Milletin yalancısıyım, bana kızma şimdi hemen. Bu iddialara nasıl yanıt vermek istersin? Gerçekten var olduğunu ortalığı kırıp dökmeden nasıl ispat ederdin?

çok açık söyleyeyim sokayım varol döken’e... varol döken diye alt benlik mi olur lan? beni kendimden soğuttuğunuz yemin ediyorum! kendi varlığımdan şüpheye düşürdünüz... bu iddialara 0-1-2 diyorum... daha iddialı olan varsa pera balık’tayım ben mütemadiyen, bir büyüğü devirir masayı devirmem... kadehi de içtikten sonra yere atan nankördür... sözüm sana bülent ersoy...

Her Boku Bilen Adam der ki; “Varol Döken'in yorum bırakmadığı bir blog, gelişimini tamamlamış bir blog sayılamaz.” Her Boku Bilen Adam diyorsa bunu bir bildiği vardır diye kestirmeden yorumlasan şu cümleyi, ne dersin?

kendisinin nezaketi, kendisinin güzelliğidir o... ne kadar bildiğini de en çok kendisi bilir insanın... ben bilemem... 3 yaşımdan beri bir gelişme gösterememiş adam blogu nasıl geliştirsin derim naçizane...

Piyasadaki belli başlı blogların tanıtım metnini yazmanı isteseler, mesela Aceto Balsamico, Flying Dutchman, Lambuja vs. nasıl tanıtırdın bunları? (Bonus olarak Ariel Ortega blogu da listeye ekleyebiliriz tabii)

blogidmanyurdu maçlarına “futbolu bir de bloglardan izleyin” pankartıyla çıkıyorduk... bu tatta bir şeyler yazardım sanırım... ama ne güzel yazardım... millet işi gücü tv yi gazeteyi bırakıp bloglara koşardı... koştururdum yurdum insanını... kahvelerde len güdünün memo, acedo bugün ne yazmış okudun muu, ronaldo az ceza aldı yazmış, valla ben ronaldocuyum ama adam yazıyor vallah diye konuştururdum... flying dutchman’ı edirne’den öteye taşırdım ama benim ingilizcem kötü... ingilizcem iyiydi de çevrem kötüydü...


Günlük ortalama kaç blog okuyorsun, takip ediyorsun? Bildiğim kadarıyla gayet seçicisin bu konuda ama çekinmeden cevap versen, isim de verirsen tabii daha da mutlu oluruz.

ben bir tek günde ortalama kaç kadeh içtiğimi bilirim... gittim baktım ama senin için... bilfiil takip ettiğim 13-14 blog var... başta dediğim gibi aceto ile başladım, önce futbol blogları... flying dutchman, pennearabiata, lambuja, borges, sen... bunlar yetti bana futbol burama kadar geldi... hayat feci halde futbola falan benzemez, dar alanda kısa paslaşmalar da bok gibi filmdir... neyse hayatı kim neye benzetiyor diye merak ettik vdgrl’i bulduk... siminya sonra... bunlar da ama futbol bloglarına bırakılan yorumlardan... öyle öyle derken... niye öyle öyle diyorum lan... insan hiç öyle öyle der mi... hep dizi numaraları bunlar... su içmek istiyorum galiba diye bir diyalog duyarsan bırak o diziyi izleme artık... vdgrl, siminya, tubikcenk, lasantaroja, doriscan, samihazinses, malumafatrus, hich-space, herbokubilenadam da eklendi en son... gayet seçici değilim ama... gayet olmak istemiyorum... sadece okuduğum blogu tam anlamıyla tanımaya çalışıyorum... eski yazıları falan da okuyorsun yeni keşfedince... eh vaktimiz var dedik de 24 saat okuyoruz demedik... yetişebileceğim bir sayıda tutmaya çalışıyorum... seçici demeyelim, sevici diyelim... yok lan bunu hiç demeyelim... yani bilmiyorum ki ne dediğimi... seviyorum lan sizi bloglar... sıradaki soru...

Fırat Topal’ın blogundaki yorumlarına dikkat ediyorum da parça parça yorum bırakıyorsun. Sanki “dur lan şunu da söyleyecektim” diye heyecanla ne yazacağını hatırlayan adam imajı var gibi. Neden tek parça halinde uzun yorumlar yazmıyorsun? Uzun yazıları okuruz diyen birinin uzum yorumlara karşı olmayacağını düşünerekten soruyorum bunu.

heyecanlanıyorum ben o bloga girince elim ayağım birbirine karışıyor... koymuş adam ödülü köşeye nasıl heyecanlanmayasın... sanki ödüllü bir bloga geldiğini unutma ey yolcu der gibi... şimdi bunu dutchman a yazsam 3 parça halinde yollardım... parça kontör gönderiyor bana her yorum için... maksat yorulsun güçten düşsün, takattan kesilsin, dili damağına yapışsın... yani ne diyim... bazen kısa bazen uzun, konuşur gibi yazdığım içindir muhtemelen... o an karşımda olsa bak derim dutchman derim bir es veririm, seni gözüm hiç tutmuyor derim bir es daha veririm, ayağını denk al derim, bu blog aleminde ikimizden biri fazlayız... lan senin blogun yok ki gerizekalı der, şaşırırım ben... uzun uzun şaşırırım...

Her zaman aklıma gelen ama her seferinde sormayı unuttuğum o soruyu hatırlamışken sorayım. 1999 tarihli “Hayallerim Suya Düştü” adlı kısa filmi çeken Varol Döken sen miydin?

dünyada bir tane varol döken var... film yakında torrentlere düşer... torrent ne ben de sana soruyorum... böyle herkes biliyormuş gibi konuşuyor deliriyorum... oğlum valla bilmiyorum ben rep nedir troll nedir torrent nedir... bakır kalay bilirim ben, güğüm kazan bilirim...


Neden Fenerbahçe diyelim, herkesin ya bir hikayesi vardır, ya da farkında olmadan başlamıştır sevdası. Senin bir hikayen var mı?

Cevap: fenerbahçe dedemin mirası bana... öyle lafta miras değil ama... manchester city maçının plağını bırakmış benim için... hep bir erkek torun istiyormuş... göremedi beni... lan bak gözlerim doldu iyi mi... babaannem sonra... 6 yaşıma kadar o büyüttü beni bizimkiler çalışıyorkene... kalbinden dolayı maçları izleyemez bana sorar... artistik patinaj şampiyonası izler, 1500 parçalık puzzle’lar yapar... atkı örer bana sarı lacivert... öyle de güzel bir babaanne... babaannemin ellerinden öperim... eh baba da var tabi... mithatpaşa’da duhuliyenin gediklisi... o da bambaşka sever feneri... en büyük fenerbahçe!

Fenerbahçe bayan voleybol takımını izleyerek kendinden geçmek mi, yoksa Daum’un Fenerbahçesinin deplasman maçlarını izleyerek kanser olmak mı? Hangisini yapmalı?

voleyboldaki kızlarımız deplasmandaki maçlara çıksın... çözüm insanıyım ben...

Peki ya İpek Soroğlu?

bir gün olur da bu satırları okursan ipek, yani buraya kadar dayanabildiysen neden ipek sorusunun cevabı olmuşsundur... ama yok dayanamam ben öyle yazmışsın manda t.ş.ş.ğ.ı gibi uzun uzun dersen, mutluluklar dilerim sana, kötü konuşmam arkandan, zaten takımda yedekti demem...

Şimdi bir cümle yazacağım noktalı kısmı sen tamamla. Zico’lu Fenerbahçe’yi unutamıyorum, çünkü….

çünkü ben hayatımda birbirine bu kadar yakışan bir ikili daha görmedim... rakı ile balık gibi, kavun ile peynir gibi sarı ile lacivert gibiydi zico ile fenerbahçe... bak yine gözlerim doldu...

Aziz Yıldırım hakkındaki düşüncelerini merak ediyorum. Nasıl bir başkan sence?

10un hikayesini izlediğimde gerçekten etkilendim... neden etkilendim... adam 10 yıl önce verdiği sözlerin hepsini bir bir yerine getirmiş... bakın bu çok büyük bir özelliktir bu ülkede... verdiğin sözün arkasında durmak... arkası uçurumdur büyük yerlerde dolananların... düşmesi kolaydır... aziz yıldırım kendi sözlerinin kuyusuna düşmedi... ne düşünürsen düşün, ne dersen de bu hakkı vermeli önce her insan... bahsettiğim öyle ucuz ucuz sadece stat yaptı geyiği değil... fenerbahçe tarihine geçecektir aziz yıldırım... tarih kişileri değil olayları yargılar çünkü... ama ben kişisel olarak zico’dan beri dargınım başkanıma, küskünüm başkanıma... ortega’yı getirince nasıl sevdiysem onu bir çocuk gibi, şimdi de küsüm ona bir çocuk gibi... ha bunun yanında binlerce hikaye daha vardır ama benim aklım bu kadarına basıyor bana ne lan aziz yıldırım nato ilişkisinden!


Senin, benim ve futbolu gerçekten seven herkesin gönlündeki efsane bidon Güiza ve onun gibi Fenerbahçe tarihinin unutulmak istenen teknik adamları listesine kafadan giriş yapmasına şaşırılmaması gereken Aragones ve bir de Josico vardı doğru. Nedir bu İspanyollardan çektiğimiz sence?

ispanya dan buraya gelen adamı sorgularım ben... alırım karşıma... derdin ne oğlum senin derim... boğaz rakı balık şiş kebap kızlar güzel de nereye kadar lan derim... adamı hasta etme çık git derim... yürü git derim... ama hala geliyorsa o adam demek ki paraya geliyor derim... sırf parayla da olmaz abi bu işler derim... ispanyolları da sevmem fazla... ama ramon buraya kadar okuduysan bitsin gayri bu küskünlük... yeniden kapışmak için önce barışmamız lazım...

Seinfeld hayranlığını biliyoruz. Çevremdeki Seinfeld hayranlarında gördüğüm bir şey var, o da Seinfeld felsefesi adını verdikleri şeyin hayatın her alanında uygulanabilecek türden bir şey olduğuna inanmaları. Sende de var mı bu durum?

ben dizi bitti mi tv’yi kapatır uyurum... ha bana dersen ki seinfeld’ten komik dizi var, uyanırım uykumdan aniden... felsefe yapmam direkt dalarım sen ne anlarsın lan diye... hayatımın her alanında böyle kaba davranmam ama... şarap kadehini kavradığım gibi kavrarım kadınımı belinden...

Sosyal medya ile aran nasıl? Facebook hesabın var, onu biliyorum. Twitter, friendfeed vb. siteleri kullanıyor musun? Twitter dediğin ne boş beleş şeydir arkadaş, dedikten sonra twitter hesabı alan usta blogger bir abimiz için yorumun varsa bir de, onu da alalım buradan.

twitter yapmam diye büyük yemin ettim ya, adım başı bir cümle geliyor aklıma hepsi 146 karakter... gerçek hayatımda öyle konuşmaya başladım??? lan cıvıldamak.com diye site mi olur, adamı deli etmeyin... söyleyecek bir sözünüz varsa yüzüme söyleyin! kullanmam ben twitter, istemem ben friendfeed... ama arkadaşlıklarda sevgi şart bunu bilirim bunu söylerim... öyle üstüne varmam sosyal medyanın gerekli gereksiz üzmem onu... sosyal medyayı amaçlarım doğrultusunda mis gibi kullanırım, gül gibi geçinir gideriz... amaçlar derken ne sapıkça gözüküyor ordan de mi... ulan ne gibi bir amacım olabilir, boş vakitleri değerlendirmece işte... usta blogger abine diyeceğimi 24 nisan’da şen ve parlak bir cumartesi sabahında Ambertfottürüde yüzüne karşı söyleyeceğim, eğer izin verirse herkes de öğrenecek... böyle de büyük reklamcıyım, kitleleri 24 nisan’a kilitlerim...

Roberto Carlos’a o kadar dedim, git dedim, Varol Döken’den helallik iste dedim ama dinletemedim… Bunu da belirtmek isterim. Karakteri bir yana, bunca yıllık topçuluğu için bir yorumun var mıdır?

karakteri bir yana bırakamam... deme bana karakteri bir yana bırak... ha abi torbaları bir kenara bırak da iki kadeh atalım dersen bırakırım torbaları... ellerimdeki yükten kurtulurum... kadeh tutmaya yarar çünkü bu eller en çok... ama bana dersen karakteri bir yana bırak... deme bana karakteri bir yana bırak... karaktersiz adam roberto carlos... bak şimdi ben bu sinirimi ne yana bırakayım... bunca yıllık topçuluğuna yorumu topu bilen yapsın, ben insanı bilirim ve derim ki roberto carlos yalancının önde gidenidir...

Son olarak “Varol Güven kimdi abi ya?” dedikten sonra, vakit ayırıp soruları cevapladığın için teşekkür etmek isterim.

dur dur gitme... bir soru da ben sorayım kendime müsaadenle...

Soru: oğlum senin başka işin gücün yok mu lan?

Cevap: sana da ne yapsak yaranamıyoruz be abi... hiç sevemedin kendini gitti bir türlü...

Asıl ben bizzat kendim teşekkür ederiz sorana okuyana sokarım böyle uzun röportaja diyip en başından kapatana uçan kuşa martılara benden selam söyle Anadolu’ya...

No comments:

Post a Comment